Etiyopya Omo Vadisi Seyahatine karar vermek

Her şey sakin bir Toscana gününe uyandığımızda başladı…
Büyük bir firmanın çok özel müşterilerine yönelik gerçekleştireceğimiz organizasyon için şirket yetkilileriyle birlikte ön hazırlık yapmak üzere gittiğimiz Siena’da her şey beklenenden iyi gidiyordu….daha kış bitmemiş olmasına rağmen muhteşem bir hava bizim öngördüğümüz programı büyük bir keyifle netleştirmemize ve bu arada rönesansı derinlemesine hissettiğiniz bölgede hayal alemine savrulup gitmemize yardımcı oluyordu.
Firma adına yakışır bir organizasyonla klasik Toscana gezileri dışında farklı bir yerdende yakalamak istiyordu misafirlerini, bugünkü müzik notalarının atası Guido D’Arezzo’nun doğduğu yer olan Arezzo kasabasında misafirler için bir klasik klasik müzik dinletisi organize edilecek ve bunun içinde şirketin patronunun istediği San Francesco kilisesi bir akşam için kiralanacaktı.
Kilise yönetimi bir türlü oradaki yerel yetkililer tarafından ikna edilemeyince konuya son olarak ön hazırlık gezisinde biz de dahil olup görüşmek istedik.
Bazı kader anları vardır ya insanın hayatında işte sanırım gene o anlardan biriydi benim için….Yetkilileri beklerken kilisenin duvarlarını incelemeye başladıktan sonra zaman durmuş, sesler kaybolmuştu, içerdeki fresklerle birlikte bir anda Gerçek Haç’ın peşinde koşan bir seyyah olmuştum bile…yüzyıllar boyu tartışılan, uğruna kanlar dökülen ve gizemi hala çözülmemiş bu Gerçek Haç efsanesi rönesans yorumuyla tam önümde duruyordu…
Fresklerin içinde bir tanesi dikkatimi çekmişti…Güzel akça pakça bir kadın büyük bir tapınağın önünde içeri girme hazırlığı yaparken içerde sakallı bir adam, insanları kutsarken gözüküyordu…Tapınağın ihtişamından adamın, Kral Süleyman olduğu anlaşılıyordu, peki dışardaki kadın kimdi o zaman?…
Mesai arkadaşımın dürtmesiyle kendime gelmiştim…Konser işi pek çözülecek gibi de durmuyordu…konuyu biraz da değiştirmek için görevli rahibe ingilizce, freski gösterip kapıdaki kadının kim olduğunu sorduğumda derin bir sessizlik oldu…sanki yenilgimizi kabul etmiştim….
Saba Melikesi Belkıs, tarihsel olarak bildiğim ama beklemediğim bir cevaptı…Hatta siyah tenli olduğunu düşünürdüm hep…
Bir anda Belkıs ismiyle birlikte beynimde Süleyman ve Ahit sandığı hikayeleri dönmeye başlamıştı, hatta gözümün önüne seyrettiğim İndiana Jones filmleri geliyordu…Naziler sonsuz güç için sandığı arıyorlardı.
Biliyordum ki Hıristiyanlığın temel inanç ilkelerine göre “Kutsal Kitap” kavramı aslında birbirini izleyen iki ana bölümden oluşuyordu….İncil en son gelen ve “Yeni Ahit” olarak bilinen, ilki ise “Eski Ahit” olarak da anılan Tevrat’tı. Hıristiyanlıkta Tevrat ile İncil bir bütün sayılıyordu. Bu nedenle Hıristiyanlar, Tevrat’ta sözü edilen o sandığı en az Yahudiler kadar hatta belki Yahudilerden çok daha fazla önemsiyordu.
Ahit Sandığı’nın belki sadece Hz. İsa’ya kadar İsraillilerin olabileceği, ancak Hz. İsa’dan sonra artık onlara değil, Hıristiyanlara ait olduğu düşünülür.
Elbette “Ahit Sandığı” denilince, önemli olan bunun dışı yani sandığın kendisi değil, içinde bulunanlar. Bunların arasında en çok önemsenen ise Musevi inancını benimseyenlerin “Yehova” olarak andığı ama inançları uyarınca adını dile getirmekten özenle sakındığı “Tek Tanrı”nın Sina Dağı’nda Hz. Musa’ya iletmiş olduğu on emrin üzerinde yazılı olduğu iki taş levha” gelir.Tanrı’nın buyruklarını içeren bu tabletler, her iki yanında taşımak için kolları olan büyük bir sandığın içine yerleştirilmişti. Bu sandığın üzerinde, o dönemdeki inanç uyarınca içindekileri korumakta olduğu varsayılan ve Tevrat’ta “Kerubiler” olarak anılan, altından yapılma birtakım kanatlı yaratık heykelcikleri vardı.Şans bu ya, daha o sene Ayasofya daki 6 kanatlı Serafim Kerubin mozağinin yüzü ortaya çıkarılmamış mıydı?…
Yahudilerin göçebe olarak yaşadığı dönemde, taşınması ve korunması için, Musa Peygamberin kardeşi Harun’un soyundan gelen “Levi” ailesi görevlendirilmişti. İsrailliler Yahudiye’ye yerleşip de Kudüs’ü başkent yapınca, Ahit Sandığı da buradaki en kutsal yere konmuştu.Yani Süleyman’ın Mabedine.Sonra mı…
Saba ülkesinin, yani bugünkü Etiyopya ve Yemenin topraklarında yer almış kudretli Aksum krallığının kraliçesi Belkıs, bilgeliğini ölçmek için hediyelerle Süleyman’ın mabedini ziyarete gittiğinde, orada Süleyman’ın bilgeliğinden ve mucizelerinden çok etkilenip, birde ondan hamile kalarak ülkesine dönüyor ve Menelik isimli bir erkek çocuk doğuruyordu.Sonra Menelik büyüyüp babasını tanımak için Kudüs’e gittiğinde ise onu büyük bir tehdit olarak gören Süleymanın etrafındakiler genç adamın geri yollanması için Süleymanı ikna ediyorlardı.
Menelik, tüm asillerin ve rahiplerin büyük oğullarıyla Aksum krallığına doğru yola çıkarken asillerin çocuklarından biri Ahit sandığını çalıyor ve bunu yolculuğun sonlarına doğru Menelik’e bildiriyordu…Menelik bu sandığı Aksum’da bir kiliseye yerleştiriyor ve gözlerden uzak saklıyordu..
Saba Melikesi Belkıs’ın oglu Menelik ismi ile ilk tanışmam aslında lise yıllarıma denk gelir… Musevi bir sınıf arkadaşım, babasınında yer aldığı Süleyman kod adlı gizli bir operasyonla Etiyopyadaki Menelik soyundan gelen 14500 Falasa musevisinin İsraile getirildiğinden bahsetmişti…
Demek ki Süleyman ve Belkıs’ın aşkı gerçekti…Demek ki Ahit sandığı Etiyopyadaydı.
Tüm bu bilgiler beynimde harmanlanırken, Etiyopya ya gitme hayali kafamda dönmeye başlamıştı bile…
Evet Etiyopya’ya gitmeliydim….

Etiyopya Omo Vadisi ‘ni görmeliydim