La Boca 3

La Boca, Futbol ve Tango Ateşi

La Boca semti sadece Arjantin’de değil belki de dünyada görüp göreceğiniz en renkli semtlerden biridir. Bu renkliliği sadece mahallenin hareketli yaşamı ve tarihinde değil aynı zamanda evlerin dış cephelerinde de görebilirsiniz.

Matanza olarak bilinen 64 kilometre uzunluğunda Riachuelo nehrinin, genişliği yer yer 220 kilometreye kadar çıkan dünyanın en geniş nehri Rio De La Plata’ya döküldüğü yer olan ve La Boca, yani Ağız ismini almış mahalle, aslında bölgede İspanyollar tarafından kurulmuş en eski yerleşim ve ticari limanlardan biri. 1536 yılında burada kurulan yerleşim daha sonra Buenos Aires şehrinin temellerini oluşturuyor.

19. Yüzyılda Avrupa’dan göçenlerin kullanmaya başladığı, aslında Afrika’dan getirilen köleler için yapılmış barakaların bölgedeki tersanelerden artan gemi boyalarıyla boyanması sonucu semt bugünkü renkli karakterine sahip olmuştur.

Buenos Aires denince akla Boca gelir. Peki, Boca denince akla ne gelir?

Tabii ki futbol ve tango.

Arjantin’de futbol denince dünyaca ünlü iki ezeli rakipten bahsetmek gerekir: River Plate ve zamanında Maradona’nın da top koşturduğu Boca Juniors. Bugün hala bu ikisinin oynadığı Superclasico adı verilen derbi dünyanın ilgi odağı olmaktadır.

Futbol tarihine 1905 yılında bu semtte siyah beyaz renklerle başlayan Cenovalı göçmenlerin kurduğu Boca Juniors bugün mavi ve altın sarısı renkleri ile adeta semtin ruhunu yansıtmaktadır. Siyah beyazdan, mavi sarıya geçiş hikayesi ise oldukça ilginçtir. Şehirde aynı renklere sahip Nottingham de Almagro takımıyla formalar karıştırıldığı için bu renklere resmi olarak sahip çıkmak adına iki takım 1906 yılında bir maç yapar. Maçı ve renkleri kaybeden Boca Juniors başkanı limana girecek ilk geminin bayrağının renklerini kulüp renkleri olarak kabul edeceğini açıklar. Limana bu karar sonrası ilk giren gemi olan İsveç gemisinin bayrağının renkleri o günden sonra kulübü temsil edecektir.

1800’lü yıllarda, yeni bir başlangıç, mutluluk ve zenginlik için Avrupa ülkelerinden Arjantin’e doğru büyük bir göçe şahit oluruz. Bu dönemden kalma günümüzde de kullanılan şu deyim  hala popülerdir: “Meksikalılar Aztekler’ den gelmiştir, Perulular İnkalar’ dan gelmiştir, Arjantinliler ise gemilerle gelmiştir.”

Bu göç hikâyelerinin hayal kırıklığı ile bitmesi ise sıklıkla rastlanan bir durumdur. İşte bu yıllarda fakir yaşantılarına göçtükleri bu ülkede devam etmek zorunda kalanların, asilik, küstahlık, başkaldırış ve melankolilerini dışa vuran bir müzik yayılmaya başlar La Boca’dan. Bu müzik zaman içinde biraz Afrika tamtamlarının hırçınlığıyla biraz da Latin dokunuşlarıyla yoğrulacak ve Tango adını alacaktır. Zaten Tango isminin asla nasıl ortaya çıktığı bilinmez. Kimisi Afrika tam tamların çıkardığı Tan-go seslerinin, kimisi latince dokunmak anlamına gelen tanger fiilinin evrilerek bu müzik ve dansa adını verdiğini iddia etmektedir. Konuyla ilgili daha bilimsel araştırmalar bölgede 1850’lere kadar yoğun yaşayan zenci Afrikalıların bu dansın temelleri üzerinde hatırı sayılır etkisini kabul etmektedir. Yerliler tarafından kullanılan Quechua dilinde Tambo kelimesinin kölelerin toplandığı yer anlamında kullanıldığı bilinmektedir. 1800’lerin ilk yarısında köle pazarlarına tango denilmesi ve bu pazarlarda davullar eşliğinde zencilerin dans etmeleri gene bir başka ilginç bilgidir.

1850’lere kadar Tangonun bugünkü anlamda bir dans olmaktan öte daha çok zencilerin kendi aralarında yaptıkları müzik ve çeşitli Afrika danslarından oluştuğu gözlenir. Avrupalı göçmenlerin beraberlerinde getirdiği, İskoç dansları özellikle de Polka ve Vals Tangoyu oluşturacak potada zenci müzik ve danslarıyla harmanlanacaktır.

1850′ li yıllar ve sonrasında göçlerin iyice artmasıyla La Boca ve civarında erkek nüfusun hızla arttığına şahit oluruz. Doğal olarak bu süreçte semtte fahişelik de artacaktır. Tango, halk arasında alt sosyal sınıfın eğlencelerinde fahişelerle ettiği dans olarak anılmaya başlanır. Hatta kadınlarla daha iyi dans edebilmek için birbirleriyle dans ederek eğlencelere hazırlanan erkekler bu dansın itibarının yükselmesine izin vermeyeceklerdir.

Arjantin müziği, 1845 yılında Almanya’da kilise orguna alternatif olarak üretilen Bandoneon isimli akordeon benzeri çalgı İle 1900’lerden itibaren tanışır. 71 tuşlu, körükleri açarken ve kaparken aynı tuşun farklı sesler çıkardığı dünyanın en zor enstrümanı olarak kabul edilen, sağ elle tiz sol elle bas seslerin çıkarıldığı Bandoneon, Tangonun ruhunu en iyi yansıtan çalgı olarak da bu dansın sembolü olur.

Tango’nun dünya çapında itibar kazanması ise 1890 yılında Fransa’nın Toulouse şehrinde doğan Carlos Gardel sayesinde olacaktır. 2 yaşında annesiyle Buenos Aires’e göçen El Francesito, yani mahalledeki adıyla küçük Fransız, ilk smokinle tango yapan kişi olarak Tangonun Kralı ve Sihirbaz unvanlarını kazanmış ve üst sosyal sınıfın da tangoya ilgisini çekmiştir.

1935 yılında sadece 40 yaşında bir uçak kazasında öldüğünde geride yerine konmaz tango şarkıları ve besteleri bırakmıştır.

Tarihi böylesine renkli mahallenin bugün neden bu kadar yoğun bir turist akınına uğradığını anlamak zor değil. Özellikle öğleden sonraları gökkuşağı renklerine boyalı teneke çatılı kulübelerin arasındaki yaya yolu Caminito’da hediyelik eşya mağazalarını gezmek, sokağa yayılmış kafelerde bir kahve ya da bira içmek, sokak müzisyenleri ve kostümlerle tango yapanları seyredip onlarla resim çektirmek gerçekten büyük keyif.

Arjantin ile ilgili diğer yazılar için tıklayınız