Yemen’de Bir Kahvenin 40 yıl hatırı varmış…
Son yıllarda okuduğum Osmanlı Tarihi ile ilgili kitapların bir yerinde geçen, Yemen… gidenin gelemeyeceği kadar uzak, İstanbul payitahtlığını kaybederken bile bağlılık arz edecek kadar yakındı…cümlesi, derin anlamı ile beni çok etkilemişti.
Bu cümle beni bu ülkeyi araştırmaya yönlendirmiş, sonra ülke ve bölge ile ilgili ulaştığım ortak tarihimizle ilgili detaylar, çöl ve şehirleriyle ilgili gördüğüm resimler, insan portreleri, yaşamlarından kesitler, Yemen’i keşfetme konusunda iştahımı kabartmıştı.
Üstüne üstlük yurt dışında bir fuarda tanıştığım Fransız meslektaşım, önümüzdeki 10 senenin en popüler destinasyonu olacak diye Yemen’den bahsedince artık bu ülkeyi keşfetmek için hazırlık yapmaya başlamıştım.
Çıldırmış olmalısın!….diye bağırdığını hala unutamıyorum, birlikte uzun yıllar çalıştığım yakın bir iş arkadaşımın. İstanbul Rehberler Odası için Yemen’e Uygulama Gezisi düzenleme fikri ile o zamanki başkan Sayın Şerif Yenen’e gitmeden önce bu ülkenin ismini duyan bir çok kişinin verdiği tepki idi aslında bu.
Ama başkan, Rota Dışı bir iş çıkaracağımız konusunda bize güvendiğini belirterek ve benim heyecanımı paylaşarak “Yemen” turumuzu onayladı, ve sonrasında hummalı çalışma başladı.
Şansımıza Türk Hava Yolları o yıl ilk defa Yemen’in başkenti San’a şehrine direk uçuşlara başlayacağını açıklayınca en önemli problemimiz olan ulaşımda çözülmüş oldu.Hemen 60 koltuk ayırdık öngördüğümüz tarihe.
O güne kadar Türkiyeden az kişiyle bir ya da iki grup dılında neredeyse hiç organize tur gitmemiş bu ülkeyle ilgili dış işleri bakanlığımız kanalıyla bağlantılar kurup orada yerleşik yaşayan ve avrupadan gelen turistlerin ve devlet adamlarının ülkede konaklama ve organizasyon işleriyle uğraşan bir İtalyan turizmciye ulaştık.
Bir kaç telefon görüşmemiz sonrası kendisiyle İtalya’da buluştuğumuzda, soyunduğumuz bu işin aslında hiç de zannettiğimiz kadar kolay olmayacağını anlamıştık.
Biz 60 kişilik bir tur organize edecektik, fakat ülkeye o güne kadar gelmiş en kalabalık grup 15 kişiydi ve o gruplardan bir tanesinide bir kaç ay önce sahra çölünde bir kasabadan geçerken aşiretlerden biri kafalarını keserek katletmişdi.
Yemen ismi ilk defa o gün bu katliamı duyunca benide korkutmuştu açıkçası, ama içimdeki maceracı ruh genede beni pozitif motive ediyordu.
Sonrasında İstanbul’daki Yemen konsolosluğu ile görüşmelerimiz içime biraz olsun su serpti.İtalyan dostumuzun Yemen Devlet kademesinden hatırı sayılır dostları ve Türk Dış İşleri bakanlığımızın katkılarıyla devlet koruması konusunda garanti almıştık.Yemen’de bulunacağımız süre içerisinde bizi neredeyse bir ordu koruyacaktı ve bu sayede Yemen’i baştan başa gezme şansımız olacaktı.
Bu karmaşık duygular içinde gece yarısı bindiğimiz uçağımız sabaha karşı San’a havalimanına indiğinde bizi bekleyen haftayla ilgili endişeli değildik dersem, yalan söylemiş olurum.
Yemen ile ilgili çok şey okumuştum, dünyanın en eski ve en önemli ülkelerinden biri idi, bundan 100 sene öncesine kadar Yemen’den gelen baharat, kahve ve ipek dünya ticaretinde çok önemli bir yer tutuyordu.
Ama benim Yemen’in Osmanlı ile olan ilişkisi de çok ilgimi çekmişti.
- yüzyılda denizlerin önemli olduğu bu dönemde Yemen de çok stratejik bir nokta iken. O zamanın en büyük donanması Portekiz, Ortadoğu’yu işgal etme planına Yemen’den başlıyordu.Bu işgallerle Mekke ve Medine’ye ulaşıp İslamı yok etme emellerine o zaman ki en büyük İslam devleti Osmanlı müdahale ediyor ve Yemen Osmanlı idaresi ile tanışıyordu.Osmanlı kaldığı 100 sene boyunca köprüler, kaleler ve binalar yapıyor. Sonrada 1848 de yeniden gelene kadar aşiretlere bırakıyordu.Osmanlının en zayıf anlarından birinde kahve, tuz ve baharat gelirleri sömürülmek adına yeniden topraklara katılan Yemen imparatorlukta hep bir sürgün yeri olarak görülüyor ve aşiret ayaklanmalarıyla baş etmek hep bir dert oluyordu.Bu ikinci kurulan ilişki de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen kesiliyordu.
Ve şimdi biz kalabalık grubumuzla bu bilinmeyen ülkeyi keşfetmek için yeniden Yemen topraklarındaydık.
Havalimanında bizi karşılamaya gelen yetkililer ülkede otobüs olmadığı için bizleri ve valizlerimizi 5 eski minibüse yükleyip otelimize kadar getirirken soförlerin ve rehberlerimizin şiş yanakları hemen dikkatimizi çekmişti.Gat denen bir bitkiyi çiğniyorlardı.
Gat çiğneme alışkanlığı, Yemen’e İngilizler tarafından sömürge iken getirilmiş. Geçmişi 100 seneden fazla değil. Osmanlılar zamanında bilinmiyor ve günümüzde sadece Yemen’in kuzeyinde kullanılıyor, bu bölgede erkeklerin %80’i, kadınların %30 gat kullanıcısı.Yemen’in güneyinde ise gat çiğnemek ayıp sayılıyor.
Aslında organik bir uyarıcı gat, 1500-2500 m yükseklikte yetişen, 3-5 m boyunda, doğu Afrika kökenli yaz-kış sürgün veren, çok su ihtiyacı duyan bir agaç. Bir çok ülke tarafından narkotik maddesi olarak sınıflandırılıyor ama konuştuğumuz yerel halk gat kullanmanın haram olmadığını, bunla ilgili fetva verildiğini söylüyor, genci yaşlısı önce dişle eziyor ve sol yanaga, kalp yönüne, tek tek gat yapraklarını yerleştiriyor sonra yanakta çiğneyip yutmadan pinpon topu büyüklüğüne gelene kadar yaprakları bekletiyor, 4-5 saat süren gat keyfi süresince, yapragın özsuyu kılcal damarlar aracılığıyla, kana geçiyor.
Yemen de o fakir insanlar gün geliyor yemek yemiyor ama gat alıyor. Poşet içinde taze dallar halinde alıyorlar ve hiç de ucuz değil, ortalama her gün 5- 10 dolar arası para veriyorlar. Her yere saçılmış kullanılmış gat poşetlerinin kirliliği de cabası.
Gat için en revaçta saat, öğlen yemeğinin sonrası namaz kıldıktan sonraki vakit, herkes gat alıyor ağzına ve köylerin merkezlerinde bulunan içine sadece yatar pozisyonda girilebilen bir ya da iki kişilik kabinlerin olduğu 40-50 kabinlik yerlerde toplanıp akşam serinliğini uyuşukluk içinde bekliyorlar.
Otel yolunda tek tük oldukça eski model araçlara rastlıyoruz.Yol kenarlarında beyaz yerel kıyafetli, sarıklı bellerinde hançer olan yanakları şiş bir sürü insan vardı.
Kuzeye mahsus bir diğer alışkanlıkta Cenbiye denen yemen hançeri. Ergenlik çağından itibaren bu hançeri Kuzey Yemen’de bayanlar hariç tüm erkekler takıyor. Beyaz elbiselerin üstündeki yaldızlı kemerlere sıkıştırılmış önemli bir aksesuar bu karga burunlu hançer.Yemen’de en büyük ayıp, bunu kınından çıkarmak.Geleneklerine göre Cembiye kınından çıktı mı kan akması lazım.Cenbiyeler kavga dövüş hariç sadece folklor oyunlarında çıkarılıyor.
Otelimiz şehrin merkezinde oranın şartlarına göre oldukça lüks ama İstanbul’da bir otelle kıyaslayacak olursak oldukça mütevazi bir bina, zaten otel olarak fazla bir seçenek de yok şehirde.
Sabaha çok vakit olmadığı için uyumak gelmiyor içimden, zaman makinesiyle gene 300 ya da 500 yıl geri gitmiş gibiyim, bir Yemen kahvesi içmek ve ayılmak istiyorum lobide sabah kahvaltısını beklerken. Verdikleri kahve hiç de benim alışık olduğum gibi değil.Burada kahvenin iyisi yurt dışına satıldıktan sonra kalan kabukları kakule ile kaynatılıp kahve diye servis ediliyor yani çay kıvamında bir kahve.
Etiyopya’dan Yemen’e gelen kahvenin ilk ülkeye girdiği nokta Al-Mokha limanı. Bu liman daha sonra ülkede kahve ekilmeye başlayınca en değerli kahveye de adını veriyor. Gerek Yemen’de gerekse komşu ülkelerde üretilen kahve yüzyıllar boyunca Yemen’den tüm dünyaya bu limandan gönderiliyor.
Kısa bir gece geçirdikten sonra sabah kahvaltı sonrası minibüslerimize doluşup kendimizi rehberlerimizin peşinden sokağa atıyoruz.
Gece ve gündüz farklı ruh halimiz, gece belli etmesek de hissetiğimiz korku ve güvensizlik yerini merak ve keşfetme heyecanına bırakmış durumda.
İlk durağımız Ulusal müze, buraya giderken Unesco Dünya Mirası listedindeki San’a şehrinin sokaklarının çöl kumu rengindeki, kenarları beyaz kireçle dantel gibi süslü taş ve çamurdan evlerinin gün ışığındaki güzelliği bizi adeta büyülüyor.400 yıl boyunca hiç değişmeden günümüze gelen San’a evleri modern dünyadan masallara açılan bir kapıdan geçmişiz etkisi yaratıyor bizde.Evleri rehberimiz sayesinde içerden de görme şansımız oluyor.Dışardaki güzellik içerde beklemediğimiz ayrı bir zarafetle birleşiyor.Pencerelerin yeri ve süslemeler, ışığın açısına göre tasarlanmış, kullanılan vitrayların rengi ile balkonlardaki tahta geometrik süslemelerin gölgeleri evin içinde birleşince ortaya doyulmaz görsel bir şölen çıkıyor.
Ulusal müze aslında eski askeri hastane, restorasyon sonrası Yemen tarihi hakkında fikir sahibi olabileceğiniz eserlerin sergilendiği bir müze haline getirilmiş.
Müzeyi gezdikten sonra Osmanlı döneminin en şık bölgesi Türk mahallesine doğru yola çıkıyoruz.Yakın zamana kadar yabancı büyükelçiliklerde bu mahalleyi kullandığı için oldukça iyi korunmuş, yüksek tavanlı konak tarzı evler var bu bölgede.
Al Bakırıyyah camii ise Osmanlı’nın Yemen’de 1589′ da inşa ettiği ilk camii olması ile ayrı bir önem taşıyor.Türkiye’de görmeye alışık olduğumuz camiiler tarzında olduğu için hiç yadırgamıyoruz bina olarak.Girişte Osmanlı tuğrası görmek ise, bizi ayrıca gurulandırıyor.Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camiisinden alışık olduğumuz örümcek engellemek için içleri özel bir karışımla doldurulan deve kuşu yumurtaları bile var camiide.
Öğlen yemeğinden sonra “Bab-el Yemen’’ kapısının yakınlarına park ediyoruz minibüsleri.İnanılmaz bir keşmekeşin ortasındayız.Önümüzde surlarla çevrili eski kentin yedi kapısından tek ayakta duran bu yapının altından geçince küçük sokaklarda binlerce dükkan türlü türlü kumaş, kahve ve yerel ürün satıyor.Şehrin orta yerine yakın bir gat pazarının arkadındaki içine girilip yatılan gat çiğneme locaları çok ilginç.